Yüzyıllardır dünyanın dört bir yanındaki bilim insanları, bir gün bunu yavaşlatabileceğimizi, hatta sonsuza kadar yaşayabileceğimizi umarak insanın biyolojik yaşlanmasının sırrını çözmeye çalışıyorlar. Artık bilim insanları, kader niteliğindeki bir keşfe sadece bir adım uzakta olduklarını söylüyorlar; Daily Mail’in yazdığına göre, insanın yaşlanmasını yavaşlatmanın sırrı önümüzdeki on yıl kadar erken bir zamanda ortaya çıkabilir .
Bu açıklama Cambridge Üniversitesi’nden araştırmacılar tarafından yapıldı. Gelecek yılın başlarında bu etkiyi yavaşlatacak tedavilerin bulunabileceğine inanıyorlar; oysa uzun ömürlülüğün anahtarı muhtemelen DNA hasarını onarma yeteneğinde yatıyor.
Ekibe göre, şu anda bu muhteşem yeteneklerin kopyalanması üzerinde çalışıyorlar ve daha sonra bunları insanlara aktarmayı planlıyorlar. Bunun, insan vücudunun hücrelerini gençleştirmenin yanı sıra onları daha genç bir işlevsel duruma döndürmeyi mümkün kılacağı varsayılmaktadır. Bu sayede bilim adamlarına göre yaşa bağlı tüm değişikliklerin ortaya çıkmasını geciktirmek mümkün olacak.
Yaşamımız boyunca vücudumuzda DNA hasarı birikir. Bu, UV ışınlarına, araba ve endüstriyel egzozdaki kirleticilere ve hatta yanmış yiyeceklere maruz kaldığımızda meydana gelir. Bilim insanları uzun zaman önce, yaşlılıkta hastalığa ve ölüme yol açan gen mutasyonlarının birikmesini önleyen şeyin DNA onarımı olduğu sonucuna vardı.
Araştırmanın ortak yazarı Delphine Larrier’a göre bu, “yaşlanma araştırmaları için harika bir zaman”: Kendisi ve meslektaşları, önümüzdeki on yıl içinde insanlarda yaşlanma karşıtı ajanların ortaya çıkışını görmeye başlayacağımıza inanıyor.
Günümüzde asırlık testlerin ana nesnelerinin dünyadaki en büyük memeliler – balinalar ve filler – olduğu unutulmamalıdır. Her ikisinin de kanser direnci ve DNA hasarı onarımı ile ilişkili benzersiz genleri vardır.
Araştırmanın yazarları, kansere karşı dirençten sorumlu olan p53 geninin insanlarda da bulunduğunu, ancak bu genin çok daha az kopyaya sahip olduğunu (fillerdeki 20 kopyaya kıyasla yalnızca 2 kopya) keşfetti. Örneğin fillerin kanserden ölüm oranı yaklaşık %4,8 iken insanlarda ölüm oranı %11-25’tir.
Balinalar, tümör oluşumunu engelleyen 2,4 kat daha fazla gene sahiptir. Basitçe söylemek gerekirse, balinalar, insanların katrilyon hücre sayısıyla aynı hücre başına kanser riskine sahip olsaydı, muhtemelen bir yıldan fazla yaşayamazdı. Ekibe göre bu, balinaların kansere karşı direnç mekanizmalarının insanlardan daha iyi olduğu anlamına geliyor olmalı.
Sonuç olarak bilim insanları, uzun yaşamanın sırrının, kanserin oluşumunu engelleyen genlerde değil, 200 yıldan fazla yaşayabilen baş balinalardaki DNA hasarının doğrudan onarılmasında yattığı sonucuna vardı.
Cambridge Üniversitesi’nden bilim adamlarının gerçekleştirdiği yeni bir çalışma henüz hakem değerlendirmesinden geçmedi ancak ön baskı olarak yayınlandı. Ekip, p53’ün yaptığı gibi kanser hücrelerini öldürmek yerine, baş balinanın vücudunun muhtemelen DNA iplikçiklerindeki kırılmaları onaran proteinler ürettiğini belirtiyor.
Böylece bilim insanları, büyük memelilerin yaşa bağlı hastalıkların tedavisinde gerçekten de anahtara sahip olabileceği, ancak “ölümsüz denizanasının” genel olarak yaşlanma sürecini yavaşlatmaya yardımcı olabileceği sonucuna vardı.
Önceki araştırmalar, bazı denizanalarının yırtıcılardan kaçmak için bir “süper gücü” harekete geçirebildiğini ve deniz tabanına bağlı küçük bir polipe dönüşebildiğini göstermişti. Tehdit ortadan kalktığında denizanası yeniden büyüme sürecine girerek eski formuna kavuşur.